top of page
bbhhh

Tevazu, alçak gönüllü ve ağır başlı olmak anlamına gelmektedir. İnsanı yücelten bu ahlaki özelliğe sahip olanlara da mütevazı denir. Kur’an-ı Kerim’de, kibirden uzak duran ve mü- tevazı olan müminler övülmektedir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir.”(Furkan suresi, 63.ayet) Üstün bir ahlaka sahip olan Peygamberimiz (s.a.v.) son derece mütevazı idi. İnsanlara tevazu sahibi olmayı tavsiye ettiği gibi bu özellik onun her davranışında kendisini göstermekteydi. Bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Allah bana birbirinize karşı mütevazı olup alçak gönüllü davranmanızı ve hiçbir kimsenin diğer bir kimseye karşı büyüklenmemesini vahyetti.”(Müslim, Cennet, 64) Bir başka hadis-i şerifinde ise tevazu sahibi olanların manevi açıdan derecelerinin yükseleceğini ifade etmektedir: “Kim Allah rı- zası için bir derece tevazu gösterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yükseltir…”(İbn Mâce, Zühd, 16) Sahip olduğumuz nimet ve güzellikler, başkalarına karşı büyüklenmenin aracı olmamalıdır. Aksine bunların Allah’ın (c.c.) bir ikram ve lütfu olduğunu hatırlamalı ve şükretmeliyiz. Peygamberimiz (s.a.v.) de kendisine verilen nimetleri daima hatırlamış; ama asla bu özelliklere sahip olduğu için gurur ve kibre kapılmamıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) yeme, içme ve oturma gibi insani davranışlarında oldukça sade idi. Gösteriş ve şatafattan uzak bir hayat yaşıyordu. Bu yüzden onu ilk kez görenler, diğer insanlardan ayırt edemez hatta hayretlerini gizleyemezlerdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sofra başında otururken yanına gelen bir kişi, gördüğü sadelik karşısında şaşırınca şu cevabı almıştı: “Ben kulun oturduğu gibi oturur, kulun yediği gibi yerim. Ben ancak bir kulum.”(İbn Sa’d, age, I/ 372)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kişisel işlerini kendisi yapar hatta bu konuda ailesine yük olmamaya gayret ederdi. Yine ailesine ev işlerinde yardımcı olurdu. Zaman zaman elbiselerini yamar, ayakkabılarını tamir eder.(İbn Sa’d, age, I/ 306) ve koyununu sağardı.64 Sahabe, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) emirlerini yerine getirmek için can atmaktaydı. Buna rağmen Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendi işlerini yaparken onlara yük olmak istemiyordu. Sahabeden Ebu Hüreyre şöyle anlatmaktadır:
“Bir gün Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) beraber çarşıya gitmiştim. Peygamberimiz (s.a.v.) oradan elbise satın aldı. Hemen koşarak onları elinden almak istedim. Bunun üzerine, ‘Bir kimsenin, eşyasını kendisinin taşıması daha uygundur. Ancak taşımaktan aciz olursa, Müslüman kardeşi ona yardım eder.’ buyurdu.”(Heysemî, V/ 122) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)hem Allah’ın (c.c.) bir elçisi, hem idareci, hem de ordu komutanıydı. Ama o, tüm bu görevleri yerine getirirken tevazusundan hiç ödün vermedi. Müslümanlar maddi açıdan güçlü ve iyi konuma geldiğinde de durumunda değişen hiçbir şey olmadı. Sahabeden bazıları şartların değişmesine bağlı olarak Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) de diğer liderler gibi rahat ve gösterişli bir hayat tarzına sahip olması gerektiğini düşünüyordu. Ama PeygamberEfendimiz (s.a.v.) bütün bu talep ve beklentiler karşısında kral değil, “kul resul” olduğunuvurguluyordu.(Ahmed b. Hanbel, II/ 231) Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kendisinin halka mesafeli duran hükümdar ve krallar gibi görülmesini istemiyordu. Bir gün bir adam, Peygamberimiz’in (s.a.v.) huzuruna gelince titremeye başlamıştı. Durumu fark eden Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kendine gel! Ben bir hükümdar değilim. Ben ancak, Kureyş kabilesinden, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!”(İbn Mâce, Sünen) Her toplumda ilgi ve yardıma ihtiyaç duyan kimseler vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), toplumun muhtaç kesimleri ile iletişimini hiç kesmemiştir. O bizlere, soyluluk ve zenginlik gibi durumların bir üstünlük sebebi olmadığını ve insanın her şeyden önce insan olduğu için değerli olduğunu öğretmiştir. Bu bağlamda her zaman onların yanında olmuş, çağırdıkları zaman kendilerine gitmiştir. Yoksulların ve o gün değer verilmeyen kölelerin sofralarına oturmaktan çekinmemiştir. Öyle ki köleler arpa ekmeğine davet etseler bile davetlerine icabet ederdi.(Heysemi, IX/ 20)Şu ayet-i kerime konumu ve durumu ne olursa olsun hiç kimsenin küçümsenmemesi gerektiğini ifade etmektedir: “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüneni sevmez.”(Lokman suresi, 18. ayet)


bottom of page