top of page
bbhhh

Allah Teala’nın, insana verdiği sorumluluk ve hakların bir kısmı bireysel, bir kısmı ise toplumsaldır. Çünkü insan, günlük hayatının önemli bir bölümünü başkalarıyla paylaşan sosyal bir varlıktır. Anne baba, kardeş, arkadaş ve diğer insanlar hayatı paylaştığımız başlıca kimselerdir.Bu bağlamda başkalarıyla iletişim hâlinde olduğumuz birçok ortak alan bulunmaktadır. Evde aile fertleri, okulda arkadaşlar, iş yerinde meslektaşlar, çarşı pazarda esnaf ve müşteriler, otobüste yolcular ve kamu kuruluşlarında tüm vatandaşlar birbirleriyle iletişim hâlindedir. Bu da karşılıklı hak ve sorumlulukları doğurmaktadır. Dolayısıyla insan, bulunduğu ortamda yalnız kendisi varmış gibi yaşayamaz. Günlük ihtiyaç ve isteklerini kar- şılarken başkalarının haklarına saygılı olmak durumundadır. Dinimizde, “kul hakkı” kavramı, insanın başkalarıyla olan ilişki ve sorumluluklarını belirlemektedir. Hem Rabb’imiz hem de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kul hakkına çok önem vermiş, başkalarının haklarını koruma ve onlara saygılı olmanın önemine dikkat çekmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatı boyunca haksızın karşısında, haklının yanında olmuştur. Eğer haksız taraf güçlüyse zayıfa destek olmaktan geri durmamıştır. Bu amaçla toplumda oluşturulan sivil girişim ve oluşumlara aktif olarak destek verdiği görülmektedir. Mekke dışarıdan pek çok insanın akın ettiği bir inanç merkezi olduğu gibi ticari açıdan da hareketli bir şehirdi. Bu sosyal hareketlilik içinde zaman zaman adli olaylar meydana gelmekteydi. İşte Peygamberimiz’in (s.a.v.) böyle bir ortamda, “Hilfu’l-Fudûl” denilen yeminli birliğe katılması bunun en güzel örneklerinden biridir. Mekke’de gö- rülen zulüm ve haksızlıkları takip eden bu kurum, pek çok meseleyi gündemine almış ve hakları sahiplerine iade etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Hilfulfudul” içinde aktif olarak vazife almıştı. Bir seferinde Ebu Cehil, bir tüccarın Mekke’ye getirdiği ticaret mallarını başkalarına satmasına engel olmuş, düşük fiyata kendisi almak istemişti. Sıkıntıya düşen tüccar, durumu Peygamberimiz’e (s.a.v.) anlatmış, Peygamberimiz (s.a.v.) de hiç çekinmeden o tüccarın malını istenen fiyattan satın almıştı. Böylece hem tüccarı zarar etmekten kurtarmış hem de Ebu Cehil gibi birinin haksızlığına engel olmuştu. İlerleyen yıllarda yine benzeri bir durum meydana gelmiş, Ebu Cehil’e sattığı malların ücretini alamayan tüccar, durumu Peygamberimiz’e (s.a.v.)bildirmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) bu tüccarı yanına alarak Ebu Cehil’e gitmiş ve borcunu ödemesini sağlamıştı. Hak ve adaletin yerini bulması, Peygamberimiz (s.a.v.) için her türlü maddi değerin üstündedir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Hilfu’l-Fudûl”u peygamberliği döneminde, “Anlaşmaya karşı çıkmak için
kırmızı renkli develer bile verilseydi yine de kabul etmezdim. Bugün dahi öyle bir
anlaşma için biri beni çağırsa hemen hazırım” buyurdu. Onun bu yaklaşımından
hak ve adaletin her zaman ve her yerde savunulması gereken evrensel değerler
olduğu anlaşılmaktadır.Bilindiği gibi İslam öncesi döneme “Cahiliye” adı verilmektedir.
Bu dönemin temel özelliklerinden birisi, zayıf ve muhtaç insanların haksız ama
güçlü kimselerce yok sayılmasıdır.Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) getirdiği ilk
mesajlarda mağdur edilenbu insanların hakları savunulmuş ve hakkın kişilerin
konumu, soyu veya zenginliğinden ileri gelmediği vurgulanmıştır.Bu bağlamda
zayıfların haklarını elinden alan kimseleresürekli ahiret hayatı ve hesap günü
hatırlatılmıştır. Habeşistan’a hicret eden Müslümanların sözcüsü Cafer b.
Ebu Talib’in Necaşi ile aralarında geçen konuşma, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.)
gönderiliş amacını çok güzel ortaya koymaktadır. Cafer, Necaşi’nin huzurunda Müslümanları savunmuş ve Cahiliye Dönemi’nde kuvvetli olanın zayıfları ezdiğini, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ise güçsüzlerin yanında yer alarak onların haklarına sahip çıktığını ifade etmiştir.Hak ve adaletin gerçekleşmesinde
duygusal davranıp ayrımcılık yapmamak gerekmektedir. Aksi hâlde zayıf ve kimsesizlerin haklarını korumak mümkün olamaz. Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun. Kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde bile olsa…”45 buyrulmaktadır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bazen haksız oldukları için yakınlarının ve tanıdıklarının aleyhine hüküm verdiği olmuştur. Bedir Savaşı’nda alınan esirler arasında Peygamberimiz’in (s.a.v.) amcası Abbas da vardı. Abbas’ın elleri bağlanmıştı. Esirler, maddi tazminat karşılığı serbest bırakılmaya başlanmıştı. Ensar’dan bazı kişiler Abbas’ın Allah Resulü’nün (s.a.v.) amcası olduğunu öğrenince onun tazminattan affedilmesini istediler. Allah Resulü (s.a.v.), “Hayır,asla böyle bir şey olamaz. Onun ödemek zorunda olduğu bedelin tek bir dirhemi dahi ba- ğışlanamaz.” buyurdu.46Peygamberimiz (s.a.v.) hayatı boyunca hakkın ve haklının yanında olmuş ve bu konuda sayısız örnekler ortaya koymuştur. Bizler de aynı duyarlılığı göstermeli, başkalarının haklarına saygılı olmalı ve kul hakkını ihlal etmekten özellikle kaçınmalıyız.


bottom of page